SonDakika Yücel Can Haberleri. Son dakika Yücel Can haberlerini buradan takip edebilirsiniz. En son yücel can haberleri anında burada. 11.05.2022 07:38 Çubuk'ta Engelliler Haftası Kutlandı. Çubuk'ta Engelliler Haftası kapsamında çeşitli etkinlikler gerçekleştirildi. 21.04.2022 00:43 Son dakika haberi!
Canyücel, benim için önemli yazarlarımızdan birisidir hep hayat felsefesini severim hemde şiirlerini o bakımdan sizlere 12 Ağustosun Can Babanın ölümün 17 senesi nedeniyle bu soruyu sorma gereği duydum lütfen sevmeyenler hakaret küfür kullanmasınlar. sevenler ise ne düşündüklerini yazarlarsa memnun kalacağım anlayışınız için teşekkür ederim
Dörtyıl sonra o yazı bir pazar sabahı Nazlı Ilıcak’ın köşesinde “Can Yücel’in bir şiiri” olarak çıktı karşıma. Sesli güldüm. İki sene daha geçti, Mehmet Barlas’ın özerk bölgesinde gördüm. Yıllar içinde daha az ünlü bazı kimselerin, gazete sayfalarının köşelere tekabül eden bölgelerinde aynı
CanYücel, 21 Ağustos 1926 yılında İstanbul'da doğdu.Eski Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğludur. 1943 yılında, yakın dostu ve Ankara Atatürk Lisesi'nden sınıf arkadaşı Mahmut Gazi Yaşargil ile birlikte yurt dışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in " Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler" diyerek
Babamve oğlum - "Babam ve oğlum", nedense bu filmi izledikten sonra daha bi duygusal bakmaya başladım baba-oğul ilişkilerine. Nerde gözü yaşlı bir baba ya da oğul görsem, nerde babasına sarılmış bir oğul, oğlunun elinden tutmuş bir baba görsem bu film geliyor aklıma. CAN YÜCEL. Hukuk Portalına Kopyala . 21-07-2006
Vay Tiền Trả Góp Theo Tháng Chỉ Cần Cmnd Hỗ Trợ Nợ Xấu. Hayatımızın bir noktasında mutlaka Can Yücel şiirleriyle karşı karşıya kalmışızdır. Onun kendine has tarzı ister istemez insanın ilgisini çekmektedir. Şiirler yazılır, okunur ama çok nadir anlaşılır. Şiiri hissetmek, yazmak kadar bir sanattır. Bazen şiirde anlatılmak istenilenin dışında, ucu çok farklı yerlere de dokunabilir. Can Yücel’i anlamak da başlı başına bir sanattır. Öyle ki, zeka ve bilgiyi birleştirip; argo, öfke ve sevgiyi şiirlerinde bir bütün halinde getirebilmiştir. Can Yücel kişiliğini ve şairliğini tek kelime ile tanımlar “Serserilik”. Serseri bir ruha sahip olsa da ailesine ciddi derecede düşkünlüğü vardır. Yücel, arkadaşlarına karşı da bağlılığı, sadakati ve vefası vardır. İnsanları ve doğayı ayrılmaz bir bütün olarak görür. Yetmiş üç yıllık yaşamını şiirlerle doldurmuş ve “Yaşamım benim en güzel şiirim” diye anlatmıştır. On yaşından beri şiir yazan Yücel’e şiire nasıl başladığı sorulduğunda “Hiç bilmiyorum! İnat halinde şiir yazıyorum herhalde.” diye cevap verir. Şiirlerinde her zaman cesur olmuştur. Öfke ve sevgi şiirlerinde birbirini besleyen iki unsur olduğuna inanır. AİLESİ Can Yücel’in dedesi Ali Rıza Bey, babaannesi Neyire Hanım, babası Hasan Ali Yücel, annesi Gülsüm Refika Hanım, ikiz kardeşi Canan’dır. Babası Hasan Ali Yücel; şair, yazar, felsefe hocası, maarif müfettişidir. Sonrasında İsmet Paşa kabinesinin maarif vekili olur. Aydınlanmanın ilk ateşi olarak anılan köy enstitüsünü kuran kişidir. Bu girişimin sonucu başarılı olsa da saldırılardan kendini koruyamamış ve Ali Hasan Yücel’in eğitim ve kültür alanındaki birçok projesi engellerle karşılaşmıştır. Can Yücel, babasını şöyle anlatır “sadece bana değil herkese karşı şefkatli birisiydi.” Babası mesleğinden dolayı sıklıkla İstanbul dışında olduğundan, “babamı uzaktan sevebilirdim” der. Hal böyle olunca bütün yük annesinin omuzlarında olur. Dedesi Ali Rıza Bey; devlet memuru, posta-telgraf müfettişiydi. Babaannesi hakkında “Babaannem de harika. Türkçeyi ben ondan öğrendim.” der. Annesini Romanyalı, mahzun, güzel, şefkatli ve sabırlı diye anlatır. İkiz kardeşi Canan, Can Yücel hakkında şunları söyler ” Karşılaşmaların en güzeli.” Tutucu dede ve çağa açık bir babanın ortamında büyümüştür Can Yücel. Babasına olan sevgisi şiirlere taşmıştır Ben hayatta en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla – ha düştü ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim Bilmezdi ki oturduğumuz semti Geldi mi de gidici – hep, hep acele işi Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti Öyle öyle ezber ettim gurbeti … Can Yücel’i, Can Baba olmasındaki en etkili isim şüphesiz babası Hasan Ali Yücel’dir. Babasından ve bulunduğu siyasi çevreden oldukça etkilenmiştir. Can Yücel, on yaşındayken şiirle ilgilenip, futbol oynamaya başladığında babası maarif vekili olmuş ve Ankara’ya taşınmışlardır. Babasının bakan olmasını bir ayrıcalık olarak görmemiştir. Hatta arkadaş çevresi mahalledendir ve makam aracını kullanmayı tercih etmez. Protokolü ise “portakal gibi bir şey” diye tanımlar. Can Yücel yirmili yaşlarına geldiğinde babasıyla çatışmalar yaşamaya başlar. “…Babam benim için aslında, duygularımın incelmesine yaramış bir adam…” OKUL YILLARI İlköğretimine ikizi Canan ile birlikte Boğaziçi İlkokulunda başlar. Kardeşiyle çok kavga ettiği için Can Yücel’i yatılı okula verirler. Bunun hakkında şunları söyler “Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Benimsedim. Her şeyi benimsediğim gibi…” Bu sıralar futbola ilgisi oldukça fazlaydı. Ortaöğretimine kardeşi Canan ile birlikte Ankara’da Taşmektep’e giderler fakat Can Yücel burayı bir türlü sevemez. Lisenin ardından Ankara Üniversitesi’nde Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Klasik Filolojide Latince ve Yunanca okur. Öğretmenleri arasında Nurullah Ataç ve Cevdet Kudret’de gibi isimler yer alıyordu. Can Yücel’in muhalif tavrı bu dönemlerde de devam eder. 1946’da çok partili hayata geçişle birlikte, muhalif tavrı artık siyasal bir kimlik kazanır ve Demokrat Partiyi destekler. Sol kanattaki sanatçı ve politikacılarla görüşmeye başlar. Bu dönemde Behice Boran ile tanışır. Dil Tarihteki, İlerici Gençler Derneği’ne üye olur. Bütün bunlar bakan babası duyar ve fakültede Almanca öğrenmişken Londra’ya yollanır ve Cambridge Üniversitesi’nde okumaya başlar. Buradaki arkadaşları arasında Bülent Ecevit ve Rahşan Hanım vardır. Can Yücel, Bülent Ecevit hakkında, “İçten ve asabi bir adamdır.” der. Can Yücel Londra’ya alışamayınca Latincesinin oradakilere göre yetersiz kaldığını söyleyerek Paris’e geçer. Burada Avni Arbaş, Bedri Rahmi, Selim Turan, Sadi Çalık, İlhan Koman gibi sanatçılarla arkadaşlık yapar. Bursu yetersiz kaldığı zamanlarda sokaklarda incik boncuk satar, sırtına bir reklam panosu asıp sokaklarda dolaşır. Burada mutluyken babasının isteği üzerine ülkesine geri döner. İŞ HAYATI 1953’de Kore’ye askere gider. Komutanı Cemal Madanoğlu’dur. 1956’da dönemin Devlet Su İşleri Genel Müdürü olan Süleyman Demirel’in onayı ile İzmir Bornova merkezinde iki yıl boyunca tercüman olarak görev yapar. Daha sonra Güler Hanımla evlenir. Bu sefer eşiyle beraber Londra’ya gider ve beş yıl orada kalır. Burada çocukları Hasan Nöropatoloji uzmanı, Güzel Su ürünleri uzmanı ve Su Ressam dünyaya gelir. Can Yücel orada BBC’de Türkçe Yayınlar Bölümü’nde spikerlik yapar. 3 Haziran 1963’de Nazım Hikmet’in ölümüyle ilgili bir haber onun başına iş açar. Can Yücel olayı şöyle anlatır “Nazım’ın öldüğü haberi geldi… ben gece nöbetindeyim. Gece nöbetinde haberleri tercüme ettim, koydum daktiloya, belli bir saatte aşağı ineceğim. Ben masanın kenarına oturmuşum, işte bitmiş dalmışım ben yani uyuma falan değil, Nazım’ı okuyorum kendi kendime, bir başıma, kimse yok… telefon geldi vakit geçiyor gelin diye, peki geliyorum dedim ama yine dalmışım ben. O gün sabah yayını olmadı. Sabah yayını olmadı çünkü yayın yapamadık ben aşağı inip okumadım. Okumayınca adamlar haklı olarak Can boykot yaptı diye, tam sepetleme değil, istifamı istediler, biz de istifayı bastık Türkiye’ye geldik.” Marmaris’e giderler ve burada Yücel, rehberlik, turizm müdürlüğü; eşi ise öğretmenlik yapar. Belli bir süre sonra tekrar İstanbul’a dönerler ve Can Yücel Yeni Sabah’ta çalışmaya başlar. Bir süre sonra şiirlerinden içki şişeleri üremeye başlar ve parasızlık sorun olur. Bu sorundan onları Can Yücel’in annesi kurtaracaktır. CEZAEVİ YILLARI Can Yücel, Türkiye İşçi Partisi’nin aktif üyesiydi. Şiirlerini 1950 de babasının önerisi ve desteğiyle “Yazma” adı altında toplayıp yayımladı. Sadece kitaplarla da sınırlı kalmayıp dergilerde de şiirleri yayımlanmıştır. Şiirlerin yanında çeviriler de yapardı. Başarılıydı ve başarı ardından belaya davetiye çıkaran bir şeydi buna bağlı olarak da mahkemeler, cezaevleri peş peşe gelmişti. İlk mahkum edilişi 12 Mart döneminde Che Guevera ve Garilla Harbi çevirilerinden dolayı olmuştur. On beş yıla mahkûm edilir. 1974’deki affa kadar sürgün bir şekilde iki buçuk yıl içeride kalır. Buradaki ortamın etkisiyle de şiire daha fazla yönelmeye başlar. Bir keresinde Can Yücel’in canı içki çeker. O sırada Gaziantep’ten üzümler gelmiştir, koğuş arkadaşlarıyla beraber onlardan şarap yapmaya kalkışır fakat bütün koğuş kusar. İçkiye dayanıklı bünyeye sahip olduğu için bir tek Can Yücel’e bir şey olmaz. Can Yücel’in büyüdüğü ortam, girip çıktığı ortamlar onu ister istemez politikaya itmiştir. Yücel, politikaya Marmaris’te girdiğini ve 1965’ten itibaren İşçi Partili olduğunu söyler. Ant Dergisi’nde ise yazıları yayımlanır. Bu kadar içli dışlı olmasına rağmen siyasetçi olmayı tercih etmemiştir. Bundaki en büyük etken babasına karşı bir saygısızlık yapmak istemeyişidir. Dışarı çıktığında, “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabı yayımlar. Bu kitap 1973’de çıkan “Sevgi Duvarı” nı aşar ve bu sayede geniş kitlelere ulaşır. Özellikle gençlere hitap eder. Yeni kitapları da bunları izler; Ölüm ve Oğlum 1976, Şiir Alayı 1981, Rengâhenk 1982, Gökyokuş 1984, Canfeda 1986, Çok Bi Çocuk 1988, Gece Vardiyası 1991, Güle Güle-Seslerin Sessizliği 1993, Gezintiler 1994, Maaile 1995, Kuzgunun Yavrusu 1990, Kısa Devre 1990, Seke Seke 1997, Alavara 1999, Mekanın Datça Olsun 1999, Alavara 1999; Şiir ve oyun çevirileri, Hamlet, Saloz’un Mavalı, Shakespeare’den çeviriler yapmıştır. Argo bir dil normalde herkes tarafından yadırganırken, Can Yücel’de biz bunu yadırgayamıyoruz. İroni ve zekayı kullanmanın marifet istediğini ve bunun başarılı şekilde kullanıldığını Can Yücel üzerinden görmekteyiz. Serseri bir ruha sahip olduğunu Can Yücel eserlerine hakim olan havayla okuyucularına oldukça belli etmiştir. Refik Durbaş, pek çok kitabına önsöz yazmış birisidir ve Can Yücel’i şöyle anlatır ” Dalgasını geçiyor hayatla, en çok da kendisiyle. Gündeminde her şey var; politika da, şehvet de, tarih de, güncel olan da. Özetle, ölümü ve yaşamı kucaklayan her şey.” Onun başka kitabının önsözünü yazan Necati Doğru ise “Aslında o halkın şairi. Halkın öfkelerini, tepkilerini, kızgınlıklarını dile getiriyor. Onun, bulup şiirlerine koyduğu kelimeler aslında halkın taşları. Nasıl halk öfkelenip de taşları yerden alıp öfkelendiği insanın camına atarsa Can Yüce’de halkın kelimelerini alıyor, kurulu düzenin camekânlarına atıyor ve onları yerle bir ediyor, tuz buz ediyor. Yanlış kaynamış kemiklere saldırıyor, düzenin pisliklerine saldırıyor, sömürü mekanizmalarına saldırıyor, diktatörlüklere saldırıyor, insan haklarına saygısızlığa saldırıyor ama saldırırken hicivle saldırıyor, halkın kelimeleriyle saldırıyor, halkın kelimelerini yazdığı için de adama küfürbaz diyorlar veya düzene baş kaldırıyor diyorlar…” diye anlatır. Sadece kitaplar yazmaz. Birçok gazetede köşe yazıları ve denemeleri yayımlanır. Dört yıl Leman ve Öküzde periyodik olarak yazı, şiir ve denemelerle ilgilenir. Böylece gençler tarafından da beğenilir. Sunay Akın, Can Yücel için şunları söyler “İstanbul Boğazı için martı ne ise, şiirimizde de Can Yücel odur.” der. Öküz Dergisi 1996’da Can Yücel’ 70. doğum gününde bir gece düzenler. Şair dakikalarca alkışlanır. Can Yücel’in kızı olan Su sayesinde şiirleri sadece kitaplarda kalmayıp resimlere kaynak olmuştur. Şiir, resim ve cazı birleştirip bir sergi açarlar. Su Yücel ” Sergi benim için bir deneyim oldu. Çünkü resim, şiir ve caz birlikte bir bütün oluşturdular. Benim için resmin sesi diyebilirim. Şiirin rengi, cazın ritmi birlikte birleştiler, bir bütün oluşturdular.” Can Yücel, kızı için “Çok iyi resim yapıyor ben onun yandaşıyım.” der. Şiirleri, özellikle Yeni Türkü ve Derya Köroğlu bestelemiştir. Yaşamı boyunca hakkında birçok dava açılmıştır. 1997’de yetmiş iki yaşında bile Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten bir yıl iki ay hapse mahkum edilir. 1998 yılında rahatsızlanıp Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırılır ve gırtlak kanseri teşhisi konulur. Aslında bir buçuk yıl önce muayene olmuş ve gırtlakla bademcik arasında tümör bulunmuştur fakat Yücel’in bunu içki ve sigaraya bağlayıp önemsememiştir. Yücel, Datça’ya gömülmek istemiştir ve 12 Ağustos 1999da bu isteği yerine getirilmiştir. Bu dünyadan, hayatla dalga geçen bir Can Yücel geçti… KAYNAKÇA Yıldırım, Erkavim, “Can Yücel Belgeseli-Bir Yudum İnsan”, Erişim17 Mayıs 2021. Gülgen Börklü, Jale2012. Can Yücel’in Hayatı, Edebi Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi. Doktora Tezi. Ankara Gazi Üniversitesi. Katarcı, Bülent, Can Yücel Kanser, Taha Toros Arşivi,1998. Görsel Sanatatak, Can Yücel’e Ait Diye Bildiğimiz Ama Onun Olmayan 10 Can Yücel Şiiri, 2016.
En son teftişine çıkana değinKoştururken ardından o uçmaktaki devin,Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar içinAçıldı nefesim, fikrim, canevimHayatta ben en çok babamı sevdim. Şairlerin genelde sivrildiği bir yanları vardır, bir bakıma akılda kalıcılığı sağlayan da budur. Sanıyorum Can Yücel hicivleri ile sivrildi hep. Özellikle şiirlerinde bunun izlerini görmek mümkün. Çevirilerinde ise kendine has kelimeler kullanmayı tercih ettiği zamanlar hiç de az değil. Bilmeyenler için Can Yücel’in Brecht, Shakespeare gibi isimlerin eserlerini çok başarılı bir şekilde çevirdiğini hatırlatmakta fayda görüyorum. Biraz hayatına değinecek olursak eğer 21 Ağustos 1926’da İstanbul’da doğan şair, çocukluk yıllarını burada geçirir. Babası sürekli memleket için önemli işlere imza attığından pek evde kalmazdı, bu yüzden çoğunlukla annesiyle geçerdi çocukluk günleri. Bu dönem ayrıca Can Yücel’in şiirle tanıştığı dönemdir. “Okula beraber el ele giderdik. Erkek olduğu için onun koruma görevi vardı. Gülüşmeler” Canan Eronat ikiz kardeşi Hasan Ali Yücel’in tayiniyle birlikte aile de Ankara’ya taşınır. Şair, Ankara Atatürk Lisesi’ni kazanır. Bu noktada Cumhuriyet tarihimizin önemli ismi Hasan Ali Yücel’den de kısaca bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Köy Enstitülerini açarak köy çocuklarının ufkunu açan, meslek sahibi yapan bir bakandı Hasan Ali Yücel. Kısa sürede ciddi ilerlemeler kaydedilmesine karşın dönemin politik çevresi tarafından saldırılar başlar Hasan Ali Yücele ve enstitülere. Sonrasında birçok projesi de engellenir. Köy enstitüleri, dönemin sözü geçenlerine göre komünist yetiştirmektedir ve Hasan Ali Yücel istifa etmelidir. Bir süre sonra da enstitüler kapanır. Köy Enstitülerinden çıkan edebiyatçıların bazıları Mehmet Başaran, Ali Yüce, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Yusuf Ziya Bahadınlı, Mehmet Başaran, Ümit Kaftancıoğlu, Osman Şahin, Hasan Kıyafet, Behzat Ay, Ali Yüce, Adnan Binyazar, Kemal Burkay Bir röportajında “Babam şefkatli ve sevecen bir adamdı. Yalnız bizim hayatımız, çocukluk yıllarımda pek birlikte geçmedi. Ömrü işlerinden dolayı hep İstanbul’un dışında geçti. Sonra da vekil olunca bizi Ankara’ya aldırttı. Bir bakıma uzaktan sevdim babamı” der. Bir bakan çocuğuydu ama arkadaşları halkın içinden gelen, mahalle çocuklarıydı Can Yücel in. Babasının makam aracına da binmezdi. Nurullah Ataç, Cevdet Kudret Yedi Meşale edebiyat topluluğun kurucularındandır hocalarından bazılarıydı. Sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile yurtdışı eğitim bursu kazandılar ama dönemin Milli Eğitim Bakan’ı Hasan Ali Yücel, torpil derler deyip bu bursa karşı çıktı. Daha sonra Gazi Yaşargil konuyla ilgili açıklama yaptı ve ikisinin de ailelerinin imkanlarıyla yurt dışına gittiğini söyledi. Ankara Üniversitesi’nde öğrenimine devam eden Can Yücel, burada siyasi hareketlerle ilgilendiğinden babası tarafından Londra’ya gönderilir ve Cambridge Üniversitesi’nde okumaya başlar. Burada hocası Bertrand Russel’dır bilmeyenler için “Rölativitenin ABC’si” kitabının yazarıdır, belki kendisi hakkında da bir ara yazarım. Londra’daki arkadaşlarının arasında Bülent ve Rahşan Ecevit de vardır. Londra da Latincesinin diğerlerine göre yetersiz kaldığını düşünen şair Paris’e gider. Burada Bedri Rahmi, Selim Turan gibi isimlerle dostluklar kurar. Aldığı burs yetersiz kaldığında sokaklarda incik boncuk satar. Sonrasında ise Hasan Ali yücel, şairi tekrar Türkiye’ye çağırır. “Gökgürültüsünden korkup yamacıma sokulan sevgilimeSarıl bana, sarıl, öp, öp, öp beni, dedimBaksana allah yıldırımlarıyla resmimizi çekiyor!” Ülkesine dönen Can Yücel askere gider ve Kore’de Abdi İpekçi ile dost olur. Askerlik dönüşü Güler Hanım ile evlenir ve çevirmenlik yapmaya başlar. Sonrasında eşi ile Londra’ya tekrar gider ve orada çocukları doğar. Buradaki işi BBC’nin Türkçe yayınlarında spikerlik yapmaktır. Bir gün haberleri okuması gerekirken okumadığındansızmıştır istifası istenir ve memlekete dönerek rehberlik, turizm müdürlüğü gibi işler yapar Sızdığı gün, Nazım Hikmet’in ölüm haberini aldığı gündür. Bir süre sonra İstanbul’a dönerler ve şair Yeni Sabah Gazetesinde çalışmaya başlar. Bu dönemdeki en yakın dostlarından biri Metin Eloğlu’dur. Beyoğlu’nda ev tutan Can Yücel, dostuna “sen çalışma, ben sana bakarım, sen şiirini yaz” der. Siyasi durumdan ötürü kitap çıkaramayan Can Yücel’in şiirleri genelde dergilerde yayınlanır ve sürekli başı belaya girer bu dönem, şairin Türkiye İşçi Partisinde aktif olarak yer aldığı dönemlerdir. Ardından 12 Mart gelir ve şair birçok isimle beraber çevirdiği birkaç kitap yüzünden yargılanır. 15 yıla mahkûm edilir. “…… bileklerimizi morartmış yeni alman kelepçeleri,otobüsün kaloriferleri bozuldu kaman’dan sonrasekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,başımızda prensip sahibi bir başçavuş.” Af ile serbest kalışının sonrasında o günleri, “Bir siyasinin şiirleri” adlı kitapta toplar. Ardından diğer kitapları da basılır. Şairin hayatı sadece kitaplarla geçmez. Çeşitli gazetelerde de köşe yazıları ve denemeleri yayımlanır. Leman ve Öküz dergilerinde düz yazı ve şiirler yazar. “Leman’ı sevişim, orada yazar-çizer arkadaşların isyankâr oluşlarıyla ilgili. Ben severim öyle insanları.” Öküz Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Metin Üstündağ, şair ile ilgili anısını şöyle anlatır “Öküzü hazırlarken baba isimler diye tabir ettiğimiz imzaların yazılarının yarısını derginin başına, yarısını da derginin sonuna koyuyoruz ki, dergi güçlü başlayıp güçlü bitsin. Bu amaçla Can Yücel’in şiirini son sayfalara koydum bir sayıda. Dergi çıkar çıkmaz dergiye telefon etmiş “benim şiirimi derginin kıçına koyanın, o dergiyi kıvırır kıçına sokarım” diye. Bunu ben duydum hemen bir faks çektim “Sevgili Can baba, şu anda Datça’da temmuz ayında beni anmışsın galiba, kıçım acayip kaşındı” diye. “Can Baba ile böyle sevişiriz.” Çeşitli isimlerin şair hakkında konuşmuşluğu var, bazıları şöyle “Dalgasını geçiyor hayatla, en çok da kendisiyle. Gündeminde her şey var; politikada, şehvet de tarih de. Özetle ölümü ve yaşamı kucaklayan her şey.” Refik Durbaş “Aslında o halkın şairi, halkın öfkelerini, tepkilerini, kızgınlıklarını dile getiriyor. Onun bulup şiirlerine koyduğu kelimeler aslında halkın taşları…Halkın kelimelerini yazdığı için de adama küfürbaz veya düzene baş kaldırıyor diyorlar.” Necati Doğru “İstanbul Boğazı için martı ne ise, şiirimizde Can Yücel odur. Can Yücel şiirimizin martısıdır. O denli çığlık çığlığadır.” Sunay Akın Bülent Ecevit ile mahalle arkadaşı olan Can Yücel, sinirliyken küfreden, alkol içen biriydi. Alkole olan bağlılığını anlatabilmek için şunu söyleyebiliriz Hapishane yıllarında kader arkadaşları ile koğuşta şarap yapmışlığı vardır. Hatta günün sonunda şair kendi dışında herkesin istiğfar ettiğini söyler bir röportajda. Esprili bir kişiliği vardı. Hiciv sanatı için gereken her şeyi vardı ki bu konuda yakın tarihteki en iyi şairlerden biriydi. Dipnot Bilmek isteyeceğinizi düşündüğüm bir bilgi vereyim. Can Yücel’in 1956’da Oktay Rıfat ve Ahmed Arif’in tartışmasına karışmışlığı var. Mesele Abidin Dino’nun evinde cereyan ediyor ilk olarak. Şairler Yaprağı dergisinde iki şair atışırken Ahmed Arif’in cümlelerine ölçüsüz gibi yakıştırmalarda bulunuyor Can Yücel. Konuyla ilgili atışmaya buradan ulaşabilirsiniz. Bilmek isteyeceğinizi düşündüğüm bir başka husus ise, şairin son yıllarının geçtiği Datça ile ilgili. Belediye, her yıl Can Yücel günleri kapsamında yılın belirli günlerinde etkinlikler düzenleyerek şairi anmaya devam ediyor hala. “... Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!Aşk yokmuş sizde beş paralık!Gidiyorum ben boşçakallarSıçmışım ortalık yerinizeKıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık”
Can Yücel SözleriÇünkü hayat, birinin tüm kalbiyle senin yanında olduğunu bildiğinde mi büyük gideceksin. Ayrılık bile gurur duyacak seninle."Kimileri Seviyorum’ der, çünkü ezberlemiştir. Kimileri diyemez, çünkü gerçekten sevmiştir."- Can YücelUnutma; onu artık unuttum demek, bir kez daha hatırlamaktır aslında."Toprak gibi olmalısın. Ezildikçe sertleşmelisin! Seni ezenler sana muhtaç kalmalı! Hayatı sende bulmalı."- Can Yücel"Yalnızım. Çünkü herhangi biriyle değil, beklediğime değecek kişiyle devam etmeliyim bu yola."- Can Yücel"Gitmek istiyorsa bırakacaksın gitsin… Aklı seninle olmayanın bedeni yanında olsun ister misin?"- Can YücelVedalar acıtsa da, bazen gitmek gerekir."Ağlayanı güldürebilmek; ağlayanla, ağlamaktan daha değerliymiş."- Can YücelBazen her şeyi unutup sadece sımsıkı sarılmak istersin; ama bir şey hep engel olur. Nedir o biliyor musun? Gurur."Bir insana zorla sevdiremezsin kendini, bana güven diyemezsin. O bunu hissetmiyorsa tek bir söz söyleyebilirsin; “Sen bilirsin”- Can YücelGitmek unutmak değildir sen bunu çok iyi biliyorsun. Aklımda gözlerin varken, sen buna gitmek mi diyorsun?"Gülümsemek, daha güzel bir görüntüye kavuşmanın bedava yoludur."- Can YücelBir denizanasıdır umut, Ta suların ortasında, Açılır, Kapanır, Açılır, Kapanır, Kapanır, Açılır."Keşke tanışmamıza hiç fırsat olmasaydı , ve seni hayatıma şeker misali karıştırmasaydım..."- Can YücelTabaklarda kalan son kırıntılar gibiydi sana olan sevgim. Sen beni hep bıraktın; bense hep arkandan Yücel Aşk SözleriGitmek unutmak değildir sen bunu çok iyi biliyorsun. Aklımda gözlerin varken, sen buna gitmek mi diyorsun?Gülümsemek, daha güzel bir görüntüye kavuşmanın bedava denizanasıdır umut, Ta suların ortasında, Açılır, Kapanır, Açılır, Kapanır, Kapanır, tanışmamıza hiç fırsat olmasaydı , ve seni hayatıma şeker misali karıştırmasaydım...Tabaklarda kalan son kırıntılar gibiydi sana olan sevgim. Sen beni hep bıraktın; bense hep arkandan içten ki yüreğimin en derinindeki yerin; çıkarı yok, çıkası yok, çıkarasım yok…Bazen rüzgarın saçımı dağıtmasına, yağmurun yüzümü ıslatmasına, birilerinin kalbimi kırmasına izin veririm sonra; saçımı toplarım, şemsiyemi açarım ve kalbimi kaparım. Hepsi bu…Seni seviyorum demek değil ki marifet, önemli olan o kelimenin tüm sorumluluklarını bilir belki komünistlerin ölseler bile kahrolmadıklarını gördüklerinden ötürü, gazaba geldi saldırdılar!Sevdiğin kadar edip içimizde sakladığımız şeyler gerçekliğini yanarken üşümek, yüreğin kan ağlarken gülmek, özleyip de sevdiğini görememek. İşte aşk bu olsa gerek !Ne yormak istedim seni. Ne de yormak kendimi. Çok çalıştım, Gitmeye de kalmaya da… İkisi de aynı acı. İkisi de rezil… Daha önce de gitmiştim, Ama böyle kalarak değil…Yeter bee! İstemiyorum artık kimseyi yanımda. Her gelen biraz daha acıtıp gidiyor kadar değil, göründüğün kadar mutlusun ve sakın unutma; gittiğin kadar değil, hak ettiğin kadar unutulursun…Hiçbir insan öylesine girmiyor hayatımıza… Kimileri ceza, kimileri bela, kimileri imtihan, kimileri ise bir hüzün var içimde, bir gariplik. Anladım ki, ya ben fazlayım bu şehirde ya da biri kızartıcı bir suç değildir hırsızlık; çalınan birinin kalbiyse yoruldum. Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… Kendimi her kaybettiğimde, seni de kaybediyor olmaktan zor; ama bazen aynı adam olmak daha zor… Hayat öyle yüklenir ki; ne kalmak istersin, ne gitmek. O durumdayım bakıp da küsme sevdalara, gavura kızıp da oruç bozulmaz. Sök at kafandan acabaları, kemik aynı yerden iki defa da önemli olan aynı elleri tutmak değil, bir ömür hiç olmanın en kötü yanı ne biliyor musun? ”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz sana git dediğinde, kalmak istiyorum” diyebilmekmiş sevmek git dediklerinde gittiğimde ayrılınca anımsadım dünyanın bu kadar kalabalık sahiplenmeden seveceksin mesela. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış yanarken üşümek, yüreğin kan ağlarken gülmek, özleyip de sevdiğini görememek. İşte aşk bu olsa gerek!Benim halim memleketin hapşırdığı gün Yücel'e sorarlar; Neden hep babanıza olan sevginizi anlatan şiirler yazıyorsunuz da, annenize olan sevginizi anlatan şiirler yazmıyorsunuz? Can Yücel cevap verir; Anneme olan sevgimi anlatacak kadar şair bu kadına can veren tanrım sarı bir yatışı var bütün çarşaflardan çocuk oluyor harf yan yana kaç şekilde gelir bilir misin? Aşk dersin.. Sen dersin.. Ben dersin.. Sen, ben biter; biz dersin. Gün gelir git dersin.. Peki dur kelimesinden haberdar değil misin? Dur demeyi bilmez misin? Git demek kolay, dur diyebilecek kadar yürekli misin?Sen mi kaldın dedim düzeltecek dünyayı ; vurup kapıyı babam kaşı demeye kadar, Mahmut Başar kardeş, kazı babam kazı, çok konuşmak faydalı olsaydı, Allah iki ağız, bir kulak verirdi. Onun için, çok dinleyip az konuşmak ve sözler ikisi de bir şeyleri gizler. Sözler ne kadar inkar etse de gözler her şeyi bir bir ben boş çakallar, sıçmışım ortalık yerinize. Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz türlü bir şey benim istediğimNe ağaca benzer, ne buluta benzerBurası gibi değil gideceğim memleketDenizi ayrı deniz, havası ayrı havaNerde gördüklerim, nerde o beklediğim kızRengi başka, tadı başka Can Yücel - YazmaEn Güzel Can Yücel SözleriBen gidiyorum dediğimde, gitme’ diyen birini değil, "ben de geliyorum, yalnız gidemezsin!" diyen birini elinle kazdığın kuyuya, aşk, ufacık bir taş atmaktır. Gürültüsü büyüyünce sessizliğin, marifet, yosunlar gibi elifba’ydı, sonra alfabe oldu, derken abece, şimdi de bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı seveceksen, onu her şeyinle sevme çünkü bittiğinde; onu unutamamana değil, unutamayacak kadar çok sevdiğine olmanın en güzel yanı ne biliyor musun? “Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde ama isyan etmeyeceksin. Ağlayacaksın ama belli etmeyeceksin. Onsuz kalacaksın belki; ama asla ihtiyacım var, gel! Diyebilmekmiş güçlü olmak, sana git’ dediğimde anladım. Biri sana git dediğinde “kalmak istiyorum” diyebilmekmiş sevmek, “git” dediklerinde gittiğimde anladımNe kadar zordur aslında sevip de seviyorum diyememek. Görüp görmemezlikten gelmek, yaşadığını bilip de benim için öldü olmanın en kötü yanı ne biliyor musun? ”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek .Çok sahiplenmeden seveceksin mesela. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış Güzel Can Yücel ŞiirleriÖzledim SeniÖzledim seni…Ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor uyuşturuyor özlemin…Çok sık birlikte olmasak bileBenimle olduğunu bilmeninBunca zamandır içimi ısıttığınıYeni yeni anlıyorumYokluğun,Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıpMütemediyen bir boşluğaSabahları seni okşayarak başlamalarıAkşamları her işi bir kenara koyupSeninle başbaşa konuşmaları özlüyorum;Oynaşmalarımızı,Yürüyüşlerimizi,Sevimli haşarılığını,Çocuksu küskünlüğünü…Nasıl da serttin başkalarına karşıBeni savunurken;Ve ne kadar yumuşakBir çift kısık gözle kendiniEllerimin okşayışına bırakırkenGitmeni asla istemediğim haldeBuna mecbur olduğunu görmekVe sana bunları söylemeden”Git artık” demek”Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa”Demek sana ne de zorSeni görmemek ve belki yıllar sonraKarşılaştığımızdaBana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden…Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek….***EğerO kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,Arkalarında doldurulmasıMümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,En güzel yerde başlatılsaydı bir şey değildir ağlamak,Yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğerYüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,Çalınan birinin kalbiyse bir yanı yoktur aşkların,İnsan bütün derilerden soyunabilseydi kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,Hiçbir zaman duyulmasaydı çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,Kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı yelken açardı iri ela gözler zamanla,Öylesine delice bakmasalardı unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki deKalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,Son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı bile kar yağmazdı hiçbir zaman,Meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.***BağlanmayacaksınBağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne."O olmazsa yaşayamam." beylik laflar etmeye gerek yok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse zaten genellikle o daha az sever seni,Senin onu sevmezsen, çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın elini ayağını bile çok değillermiş gibi hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten da yaşayabilirmişsin gibi eşyan olmayacak mesela küldür de bir şeyleri sahipleneceksen,Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin,Güneşi, ayı, yıldızları...Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak."O benim." sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin...Mesela gökkuşağı senin de bir şeye ait olacaksan, renklere turuncuya, ya da da cennete ait sahiplenmeden, çok ait olmadan her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,Hem de hep senin kalacakmış gibi yaşayacaksın. Ucundan tutarak...***Her Şey Sende GizliYerin seni çektiği kadar ağırsınKanatların çırpındığı kadar hafif..Kalbinin attığı kadar canlısınGözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…Sevdiklerin kadar iyisinNefret ettiklerin kadar kötü..Ne renk olursa olsun kaşın gözünKarşındakinin gördüğüdür rengin..Yaşadıklarını kar saymaYaşadığın kadar yakınsın sonuna;Ne kadar yaşarsan yaşa,Sevdiğin kadardır ömrün..Gülebildiğin kadar mutlusunÜzülme bil ki ağladığın kadar güleceksinSakın bitti sanma her şeyi,Sevdiğin kadar doğuşundadır doğanın sana verdiği değerVe karşındakine değer verdiğin kadar insansınBir gün yalan söyleyeceksen eğerBırak karşındaki sana güvendiği kadar ışığındadır sevgiliye duyulan hasretVe sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsınUnutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksınGüneşin seni ısıttığı kadar yalnız hissettiğin kadar yalnızsınVe güçlü hissettiğin kadar güzel hissettiğin kadar güzelsin..İşte budur hayat!İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsınBunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsünVe karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursunÇiçek sulandığı kadar güzeldirKuşlar ötebildiği kadar sevimliBebek ağladığı kadar bebektirVe her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,Sevdiğin kadar sevilirsin…***Kadın DediğinKadın dediğin iyi sevişecek gibi yatmayacak, kımıl kımıl olacak başından alacak ama, aklını sadece bununla ama delirmen hastalıktan mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, yatmayacak yatağa ve sen bunu gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine gecelik değil, ömürlük olacak rehaveti değil huzuru seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küfretmeyecek,Kadın dediğin ayıp nedir edip seni yalancı durumuna öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, hertartışmada ayrılalım tehtidi olacak ve asla gururuna dokunmayacak…Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürlerle yemeklerle işi pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak oturmayacak olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri yahut pahalı parfümlerinsindiği, boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını buram aşka sarılacaksın buram kadın kokacak kadın dediğin.***Sevgi DuvarıSen miydin o yalnızlığım mıydı yoksaKör karanlıkta açardık paslı gözlerimiziDilimizde akşamdan kalma bir küfürSalonlar piyasalar sanat sevicileriDerdim günüm insan içine çıkarmaktı seniYakanda bir amonyak çiçeğiYalnızlığım benim sidikli kontesimNe kadar rezil olursak o kadar iyiKumkapı meyhanelerine dadandıkÖnümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisiAramızda görevliler ekipler hızır paşalarSabahları açıklarda bulurlardı leşimiÖyle sıcaktı ki çöpçülerin elleriÇöpçülerin elleriyle okşardın beniYalnızlığım benim süpürge saçlımNe kadar kötü kokarsak o kadar iyiBaktım gökte bir kırmızı bir uçakBol çelik bol yıldız bol insanBir gece sevgi duvarını aştıkDüştüğüm yer öyle açık seçik kiBaşucumda bir sen varsın bir de evrenYalnızlığım benim çoğul türkülerimNe kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.
Loading... 14 Ocak 2017 AİLE HAFTASI, BABALAR GÜNÜ, CAN YÜCEL, H harfli şiirler 339 En Çok Babamı Sevdim, Can YücelHayatta ben en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk Çarpı bacaklarıyla- Ha düştü, ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin, O çapkın babamı ben öyle sevdimBilmezdi ki oturduğumuz semti, Geldimi de gidici hep, hepp acele işi! Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi, Atlastan bakardım nereye gitti, Öyle öyle ezber ettiSevinçten uçardım hasta oldum mu, 40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a Bir helallaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumuEn son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim Hayatta ben en çok babamı sevdimCan Yücel Etiketbaba Hakkında editor Sitemizin orta öğretim seviyesinde bir eğitim sitesi olduğunu lütfen unutmayınız! Lütfen şiir ve yazılarda hata veya yanlışlık olduğunu düşünüyorsanız bildiriniz... Yazı, şiir ve yorumlarınızda ziyaretçilerimizin yaş grubunu düşünerek seviyeli ve dikkatli olunuz. Telif haklarına dair sınırlamalara mutlaka uyunuz. Alıntılarda muhakkak kaynak gösteriniz. Emeğe saygılı ve genç beyinlere faydalı olmaya gayret ediniz. Sayfamızı ziyaret ettiğiniz için teşekkürler... göz atmak isterseniz ...TEK KITALIK BABALAR GÜNÜ ŞİİRLERİTEK KITALIK BABALAR GÜNÜ ŞİİRLERİ Kelimeler yetemez bu aşkı anlatmaya Hiçbir kuvvet yetemez evlattan ayırmaya …
Eski Milli Eğitim Bakanı, Köy Enstitüleri'nin kurucusu ve öğretmen Hasan Ali Yücel'in oğlu, Canan Yücel Eronat'ın ikiz kardeşi ve ressam Su Yücel'in babası Can Yücel, 21 Ağustos 1926'da İstanbul'da dünyaya geldi. Mevlanakapı Tekkesi müridlerinden telgraf nazırı Ali Rıza Beyin torunu olan ve ilk şiirini 10 yaşında kaleme alan Can Yücel, ironik yönü ağır basan şiirlerinde, halk ağzına, halk türkülerinin deyişlerine ve argo sözlere de yer verdiği için sıkıntılı zamanlar geçirdi. Şairin ilham kaynağı ve şiirlerinin konuları doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygular üzerine şekillendi. Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde kullandığı yalın dili ve buluşlarıyla edebiyatseverlerin dikkatini çekti. Usta şair, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü'ndeki eğitiminin ardından İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde Latince ve Yunanca eğitimi aldı. Yücel, Londra'da BBC Radyo'nun Türkçe bölümünde spikerlik yaptı ve çeşitli elçiliklerde çevirmenlik görevi üstlendi. Askerliğini Kore'de tamamlayan ve Güler Hanım ile 1956'da evlenen Can Yücel'in bu evlilikten kızları Güzel ve Su ile oğlu Hasan dünyaya geldi. Türkiye'ye 1958'de dönen Yücel, bir süre Bodrum'da turist rehberi olarak çalıştıktan sonra bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul'da sürdürdü. - Yalın dili ve farklı tarzıyla beğeni kazandı İlk şiirlerini, 1950'de yayımlanan ''Yazma'' kitabında toplayan Yücel, 1945-1965'te "Yenilikler", "Beraber", "Seçilmiş Hikayeler", "Dost", "Sosyal Adalet", "Şiir Sanatı", "Dönem", "Yöne", "Ant", "İmece", "Papirus" adlı dergilerde yazdı. Usta şairin, 1962'de İngiltere'deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı. 1965'ten sonra siyasal konularda da eserlere imza atan Yücel, "Yeni Dergi", "Birikim", "Sanat Emeği", "Yazko Edebiyat" ve "Yeni Düşün" dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleriyle tanındı. Can Yücel, çoğunda sevdiği insanları tarif ettiği şiirlerinde eşine, çocuklarına, torunlarına ve babasına olan sevgisini yansıttı. "Maaile" isimli bir eseri de bulunan Yücel'in, "Küçük Kızım Su'ya", "Güzel'e", "Yeni Hasan'a Yolluk", "Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim" adlı şiirleri, ailesine yazdığı şiirler arasında yer aldı. Lorca, Shakespeare, Brecht'in oyunlarını da çeviren şair Yücel, Shakespeare'in "Olmak ya da olmamak" anlamındaki "To be or not to be" cümlesini, "Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin" şeklinde Türkçeleştirmesiyle de dikkati çekti. - Hapiste olduğu dönemde "Bir Siyasinin Şiirleri" adlı kitabını yayımladı Che Guevara ve önceki Çin Komünist Partisi Başkanı Mao Zedong'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 12 Mart 1971'de 15 yıl hapse mahkum olan Yücel, 1974'deki genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı "Bir Siyasinin Şiirleri" adlı kitabını yayımladı. Can Yücel'in 12 Eylül 1980 sonrasında kaleme aldığı "Rengahenk" isimli kitabı, müstehcen olduğu iddiasıyla toplatıldı. 1998'de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e hakaret ettiği gerekçesiyle Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Yücel, bir yıl iki ay hapis cezasına mahkum edilirken, Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu hükmü, "cezanın ertelenmesi gerektiği" görüşüyle bozdu. Kendine özgü samimi ve yalın dili, muhalif bakış açısı, derin mizah duygusuyla kaleme aldığı eserleriyle Türk edebiyatının özgün şairleri arasındaki yerini alan Yücel, ünlü dünya şairlerinden çevirdiği şiirleri bir araya getirdiği ''Her Boydan'' adlı eserini 1959'da yayımladı. Yücel, yapıtlarını "Yazma", "Sevgi Duvarı", "Bir Siyasinin Şiirleri", "Ölüm ve Oğlum", "Şiir Alayı", "Rengahenk", "Gökyokuş", "Canfeda", "Çok bi Çocuk", "Kısadevre ve "Kuzgunun Yavrusu" adlı kitaplarda topladı. - İnsanlar kendi adlarına değil, kainat adına yazarlar Zeynep Oral'ın "Sözden Söze" kitabında yayınladığı Can Yücel röportajında, Yücel şiir hakkında düşüncelerini şöyle ifade ediyor "Şiir gürültüden müziğe geçmektir. Şiir evrenin -bak kainatın demiyorum- içinde büyük seslerin, molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü, bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmostan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür... Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kainat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür. Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır." Nebil Özgentürk'ün hazırladığı "Bir Yudum İnsan" belgeselinde ikiz kardeşi Canan Yücel Eronat ise bir anne karnında iki minik yavrunun bir dünyayı paylaşmasını müthiş bir tesadüf olarak tanımlayarak, "Kardeşlik, paylaşmak, kucaklaşmak oradan başlıyor. Tesadüflerin en güzeli bence. Daha sonra kendimi bildim bileli beraber giderdik. Hatta erkek kardeş olduğu için koruma ve himaye göreviyle yüklüydü bana karşı." yorumunda bulunuyor. Geçtiğimiz yıllarda Buca Belediyesi'nin "Babalar ve Kızları" söyleşisine katılan Can Yücel'in kızı Güzel Yücel, "Babam yaşarken de seviliyordu, şimdi daha çok sevilme nedeni daha iyi anlaşılması." ifadelerini kullanıyor. Babasının kendilerine de aşıladığı deniz tutkusunu, yaptığı muhteşem yemekleri ve ailesine olan sevgisini aktaran Güzel Yücel, "Babam için ailesi çok önemliydi. Bizlerle olan sevgi dolu yaşamını şiirlerine de yansıttı. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazıları. Yokluğuna alışmak çok zor, hasreti hiç dinmiyor." sözleriyle özlemini dile getiriyor. İstanbul'da Kuzguncuk'ta yaşayan ve ömrünün son dönemlerinde Muğla'nın Datça ilçesine yerleşen usta şair, İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde bademcik kanseri tedavisi görürken 12 Ağustos 1999'da, 73 yaşında hayata gözlerini yumdu. Can Yücel en sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'da toprağa verildi. Şairin vefatından sonra Datça Belediyesi ve ailesi tarafından, anısına edebiyat ve kültür-sanat şenlikleri düzenlenirken, Datça'daki evi müze haline getirildi.
baba ile ilgili şiirler can yücel